Bizim okumuş nadanlarımız, az okumuş nadanlarımız, hiç okumamış çarıklı erkanımız, boşa okumuş boşlarımız kadar; kendi tarihine pislik atan başka bir budun yoktur.
İnanmayan, gitsin baksın İngiliz tarihine. Adamlar delilerini, sapıklarını, hastalarını, zalimlerini bile yüceltirler.
Alın bakın Alman tarihine. Adamlar Hitler'i Bile anlatırken dikkatli olurlar.
Gidin Fransa'ya, oğlancı, eşcinsel atalarını yüceltmekten ölürler.
Macarlar, bizim atalarımıza bile sahip çıkarlar.
Yunanlılar, Türk'ten kaçarken kıçından şişlenen atalarına kahraman edasıyla heykeller yaparlar.
Buyurun Doğu'ya, İran'a, hatta Suudilere bakın!
Mısır'a bakın Mısır'a!
Ama bize gelince, nadan takımının elinde kara, ona çal buna çal, bunu kötüle, şuna hain, de! Şunu yok say, bunu yerden yere vur!
Ne zamanı anlar ne koşulları.
Ne tarih bilir ne de gerçekleri görür. Ne öğrenmeye meyleder!
Hiç düşünmez de.
Ezberlemiştir, ezberletilmiştir. Slogancıdır. Şimdi de sosyal medyacıdır.
Osmanlı yağılığı usuna yerleştirilmiştir.
Bir o yandan bir bu yandan...
Osmanlı sultanlarına "Hain" demek kimsenin haddi değildir Ya Hu! Kişi biraz utanır! En azından çevresine bakar şöyle bir. Bir Osmanlı eseri görür, susar.
Osmanlı'ya hakaret!
Abukluktur.
Saçmalıktır.
Bilmezliktir.
Aymazlıktır.
Okursun, öğrenirsin kendince yargılarsın, yorumlarsın, tamam. Ama bunda bile insaflı olmak zorundasın. Hiçbir şey bilmeden "Hain, hırsız, yalancı, dönek" dediğinde, aslında en büyük hainliği sen yaparsın.
Ya Hu bir anla anla! Bir bil!
Bir yan, Osmanlı'ya öte yanın alıkları, Atatürk'e...
Saydır ha saydır!
Ne kazanıyorsun ahmak? Eline geçiyor? Yalnızca nadanlığının diplomasını onaylıyorsun kendi kendine.
Yalnızca ne denli bilgisiz olduğunu kanıtlıyorsun.
Şunu yanlış yaptı, denilebilir. Şu konuda büyük hatası vardı, yazılabilir. Keşke şunu şöyle yapsaydı, denebilir. Şurda dedikleri, olmadı, denebilir. Yolu, sistemi, yanlıştı, denebilir. Yani davranışları, sözleri, yargılanabilir.
Ama hain...
Denmez arkadaş!
Aydın bir kişi bu sözü etmez.
Hainin tanımı belli, örneği İmralı'dadır.
Paçozları, dağlardadır.
Cesetleri leştir.
Hadi size, aynı çağdan başka örnekler vereyim:
Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı, Süleyman Askeri, yenilinde, umutsuzluğa kapıldı, kendi kafasına sıktı. Şimdi bütün yiğitliklerini unutup, aciz mi diyelim?
Kuşçubaşı Eşref, gitti Yunan'a sığındı. Bütün yaptıklarını unutup, hain mi, diyelim?
Enver Paşa, Komünist Kongresine katıldı. Komünist Cemiyet kurdurdu. Komünist mi diyelim?
Atatürk, Komünist Partisi kurdurdu. Komünist mi diyelim?
Kazım Karabekir, tek umudumuz Bolşevik olmak, diyordu. Bolşevik mi diyelim?
Rauf Orbay, İngiliz mandasından başka kurtuluş yok, diyordu. İngiliz mi diyelim?
Halide Edip, En doğrusu Amerikan mandası. Başka çözüm yok, diyordu. Amerikan mı diyelim?
Cemal Paşa, Ruslarla birlikte çalışmalıyız, diyordu. Rus mu diyelim?
Talat Paşa, en iyisi İngilizlerle ortaklık yapalım, diyordu. İngiliz mi diyelim?
Topal Osman, bir mebusu öldürdü. Katil mi diyelim?
Ya Hu insaf edin!
Yapmayın!
O çağ başka bir çağ!
Zamanı anlayın zamanı.
Hatta, o çağda yaşayanların aralarındaki kavgalarda birbirlerine ettikleri sözlere de bakmayın. Bir dargın bir barışıktılar. Bir karşı bir yan yanaydılar.
Öyle gerekiyordu.
Evet, doğrularınızı seslendirin!
Ama Osmanlı'ya, aman da bir fırsat bulduk, diye çamur atmayın.
Ya Hu, bugün, ABD Osmanlı'yı taklit ediyor.
Avrupa hâlâ Osmanlı'nın gördürdüğü kabusları görüyor.
Ta Viyana'ya kadar Osmanlı kokuyor!
Yapmayın!
Bu toprakların temelinde Selçuklu varsa, Duvarları hâlâ Osmanlı, özü de Atatürk'ün Cumhuriyeti'dir.
Pislik atmayın!
Olanları olduğu gibi bilseniz! Düşünürsünüz.
Evet, Sultan Vahdettin büyük yanlışlar yaptı. Yanlış adamlara güvendi. Yanlış adamlarla çalıştı. Yanlış adamların sözüne baktı. yanlış kararlar aldı. Yanlış sonuçlara ulaştı.
Zaten tahta oturduğu çağ yanlıştı.
Çaresizdi. Padişah olduğunda, payitaht işgal altındaydı. İşgal kuvvetlerinin gemilerinin topları Dolmabahçe'ye dönüktü. Sokaklarda işgal askerleri dolaşıyordu. Sultan Vahdettin, o koşulları o günleri o durumu kaldıracak kişi değildi. Böyle zorlu günler için hazırlanmamıştı. Yetkisizdi. Etkisizdi. Yetersizdi. Çvresi boştu. Hain çoktu. İngilizler başındaydı. Ne isterlerse yaptırıyorlardı. O da kendince çözümler arıyor, danıştığı kişilerin ağzına bakıyordu.
Atatürk, o çağda Genel Kurmay Başkanı olmak istemişti. Milli Savunma Vekili olmak istemişti. O da değişik yolları denemişti.
Oysa...
Tarih, başka türlü yazılacaktı, yazıldı.
Böyle olması gerekiyordu, oldu.
En acısı, bir padişahın, kendi başkentini terk edip, bir İngiliz gemisiyle kaçmasıdır. Kaçmak zorunda kalmasıdır.
Bunu kabullenmek mümkün değildir.
Ancak...
Sultan Vahdettin, Osmanlı'nın son padişahı, devlet kurmuş kutlu Türk soyunun son yöneten temsilcisi, acaba kaçmak istedi mi?
Kim ister ki?
Acaba ona ne dediler? Nasıl yönlendirdiler? Bunlar biliniyor elbet, ama kimse anlamak istemiyor.
Aslında Sultan Vahdettin, kaçarak, Ankara hükümetinin ve Atatürk'ün elini güçlendirmiştir. Kandaş kavgasını önlemiştir.
Bunun bile farkında değiliz.
Tamam, yanlıştır, ama bugünkü koşullarda yanlıştır. Ya o gün Sultan Vahdettin'e us verenler... Mutlaka gitmeniz gerek, diyenler. Gitmezseniz katliam olur, budun birbirine düşer, çok kan akar, diyenler...
Hayır, Sultan Vahdettin hain değildi.
Hain tanımında, onun yaptıkları yazmaz. Çaresizdi, hadi şunu da diyelim: Beceriksizdi. Ama o koşullarda onun yerinde olanlar ne yapabilirlerdi ki?
Bunu yanıtlarken, arada söz getirip götürenleri, fitnecileri, dedikoducuları, gerçek hainleri hesaba katınız.
Tarih, Türk için şan ve şerefin yanısıra, acı olayları da yazar.
Hadi, içimizi sızlatan, yakın tarihten birkaç olayı hatırlatalım:
Sultan Abdülaziz'in ölümü...
31 Mart Vakası'nda Yıldız Sarayı'nın soyulması...
Mustafa Kemal Paşa'ya suikast...
Kuşçubaşı Sami Bey'in öldürülmesi...
Yahya Kaptan'ın öldürülmesi...
Topal Osman'ın öldürülmesi...
Kazım Karabekir Paşa'nın ve daha pek çok kahraman paşanın yargılanması...
İsmail Canbulat'ın, Sarı Efe'nin, Miralay Rasim Bey'in, Cavid Bey'in, Hilmi Bey'in, Nail Bey'in, İttihat ve Terakki destanını yazanların başında gelen Doktor Nazım'ın idamları...
Kara Kemal Bey'in ölümü..
Kara Vasıf Bey'in ölümü...
Kimi suçlayacağız?
Kime söz edeceğiz?
Hain, haindir ve tanımı bellidir. Ama çaresizlikten, bilmemekten, yanlış yönlendirilmekten, kuşatılmaktan, nefessiz kalmaktan, çözüm aramaktan, yıkımdan, umutsuzluktan vd. yanlış yapanları, hata yapanları, hadi yine diyeyim beceriksizleri, yanlış yolu seçenleri, hain, diye suçlamayacağız.
Tarihi yargılamak bize düşmez. Ulu kişileri yargılamak da...
Biz, yorumlar, anlamaya çalışır ve anlatırız. Aslında her şeyi olduğu gibi anlatılsa taşlar yerine oturur.
Asıl gerçek, Osmanlı'yı pislemek için her türlü sözü edenlerin, ajanların gerçek hainlerin ekmeğine yağ sürdükleridir.
O çağ farklıydı. Zaman zaman kandaşlar birbirlerine düştüler. Umutsuzluk her yanı sarmıştı. Çözüm arayanlar, çözüm yolları nedeniyle birbirleriyle çatıştılar.
Atatürk, kazandı. Diğerleri yitirdi.
İyi ki Atatürk kazandı!
İyi ki diğerleri yenildiler. Düştüler.
Düşene vurmak, Türk'ün töresine sığmaz. Açın ulu tarihi, örnek alın.
Ulu Mete Tanhu, atası Teoman Tanhu'yu oklattı, ama ona hain demedi. Tam tersine buyruk verdi: Bedenini gereğince yolcu edin. Çünkü atam, ulu bir tanhudur!
Osmanlı geri gelecek değil.
Osmanlı, devrini tamamladı ve gitti.
Kut olsun ki giderken bile şanına, adına, Türklüğüne layık davrandı. Asla vatanını satmadı, dışarda , onca baskıya rağmen kötülemedi. Kimsenin oyununa gelip Cumhuriyet karşıtı olmadı.
Bugün, pislikler yurdu sosyal medyada, Sultan Vahdettin'i kötülemek adına bütün Osmanlı'ya ve hatta Ulu Türk tarihine hakaret edenlerin çoğu ajandır.
Ha, Sultan Vahdettin'in adını, 19 Mayıs kutlamalarını gerekçe göstererek, öne çıkarıp, Atatürk'e laf çakmaya çalışan kuzu kuzu tipli tilkiler, ajan oğlu ajan, karaktersiz oğlu karaktersizlerdir.
Sözüm bu kadar!
Varın usunuza göre düşünün!